Eyl 22, 2016 Murat Tokay Kitap, Mektup 0
Sevgili Hasan Ali Toptaş…
Size mektup yazmak bugüne kadar aklımın ucundan ucundan bile geçmemişti. Ta ki Harfler ve Notalar’ı okuyana kadar.
Aslında sevdiğim bütün yazarların kitaplarını bana gönderilmiş birer mektup gibi okurum.
Bu mektubu size, bana eşlik ettiğiniz uzun bir gece yolculuğunun ardından yazıyorum. Okuyana Mektup’unuzda ‘yazmak için kağıdın üzerine eğildiğimde sen aklımdan adamakıllı silinir, bir bilinmeyenlerden hiç bilinmeyen olursun. Zaten seni olsa olsa sezerim ben, istesem de bilemem’ diyorsunuz. Bu da size hiç bilinmeyenden yazılmış bir mektup olsun…
Kitabı elime aldığımda sayfalar arasında şöyle bir gezindikten sonra çantama koydum ve gecenin bir an önce gelmesini bekledim. Şehir uykuya yatsın, el ayak çekilsin, sokaklar boşalsın istedim. Hep yazarın ‘gecenin içinde yazma lüksü olacak’ değil ya… Size tanıdık bir duygu mudur bilmiyorum ama sevdiğim yazarların kitaplarını okurken yalnızlık ve sessizlik arıyorum. Bir de çay…
Ev ahalisini uykuya gönderdikten sonra odama çekildim. Daha kitabın ilk yazısındaki ilk cümle hemen yakalayıverdi beni: “Gurbet kelimesini eskiden daha sık kullanırdık. İçimizi titreten bu kelimenin, farklı bir ağırlığı vardı hayatımızda.. Artık kimse gurbete çıkmıyor, onun yerine A şehrinden kalkıp B şehrine gidiyor.” Bu satırları okurken zihnim bana oyun etti ve beni 1992 yılının eylül ayına götürdü. ‘İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!’ Elimde iki valiz, üzerimde annemin ördüğü yün kazak, kulağımda babamın tembihleri Erzurum otogarındayım. Artık Konya çok uzakta, annem, babam, ailem, arkadaşlarım, 18 yaşım… İnce bir sızı duyuyorum, en çok da gurbet hüznü…
Korna sesi… İrkiliyorum. Çayım soğumuş, yeniden Harfler ve Notalar’a dönüyorum. Sayfalar arasında ilerledikçe ‘Hasan Ali abiyle ne çok aynı düşünüyoruz’ diyorum. Bu arada boş durmuyor fosforlu kalemimle satırların altını çiziyorum, kimi boşluklara kurşun kalemle not düşüyorum. En çok Saati Kurmak başlıklı yazının altını çizmişim: Kendini kendi rüzgarıyla körükleyen bir hız, hızla ele geçiriyor hayatı, ayrıntıları silip hızla flulaştırıyor.. Hayatımızı hayal edilemeyecek kadar kolaylaştıran tuşların, butonların ve düğmelerin sayısı arttıkça metrekareye düşen insan sıcaklığı da giderek azalıyor. Hayıflanarak okuyorum bu cümleleri…
Okumaya kısa bir ara veriyorum. Neşet Ertaş’tan Gönül dağını dinlerken masamda bir derginin kapağında yer alan fotoğrafınıza gözüm ilişiyor. Sizinle hiç tanışmadık, kütüphanemdeki kitaplarınızın biri bile imzalı değil. Ama yüzünüz çok tanıdık, hiç yabancı gelmiyor.
Kör Nokta’da Kalanlar yazınızda ifade ettiğiniz duygularda yalnız olmadığınızı söylemek isterim. Ben de sizin gibi bir kitabevinin kapısından içeri girdiğimde, vedalaşır gibi her defasında buruk bir ifadeyle bakıyorum kitaplara. Ömrüm bu kitaplardan kaçını okumaya yetecek diye kara kara düşünüp üzülüyorum. Ve daha bir iştahla okumaya başlıyorum.
Türk edebiyatında en iyi roman ve öykü ilk cümleleri hangi yazara aittir dense sizi listenin en başına koyarım. Kitaptaki yazılarda da öyle. Gerçekten de ilk dize (cümle) Allah vergisi midir? Öyle ki insanın aklına mıh gibi çakılıp kalıyor. Mesela Taşranın Ötesi’nde yazınızın girişi “Adına taşra denen o yoklar ve yokluklar diyarında takvimler 1968’i gösterirken, bizim bir yanımız dağlardaydı hâlâ; kara çadırlar halinde, rüzgarların ortasında dalgalanır dururdu.” Aslında yukarıdaki sorumun cevabını kitabın son yazısında bulmadım değil. Flaubert’ten alıntıladığınız “Gerçekten iyi bir düzyazı cümlesi, iyi bir şiir dizesi olmalıdır, değiştirilemez bir şiir dizesi kadar ahenkli ve ritmiktir.” cümlesi sanırım eserlerinizde nasıl bir titizlik gösterdiğinizi de ortaya koyuyor.
Yıllardır bulamadığım bir sorunun cevabına da bu kitapta rastladım. Birçok şiir dinletisine katıldım, ama bir türlü sıcak bakamadım bu etkinliklere. Bir yanım, şiir elbette yüksek sesle, kalabalıklar önünde okunabilir diyor ama bir yanım bunun şiire saygısızlık olduğunu söylüyordu. Borges’e tam on iki yıl boyunca kitap okuyan Alberto Manguel’i anlattığınız bölümün sonlarında “Her şeyden önce okuyan kişi Charles Dickens olsa bile metnin sesi bir insan sesinin içine hapsediliyor çünkü ve kendi zenginliğini yaşayamadan orada can çekişmeye başlıyor.” tespitinin aradığım cevap olduğunu gördüm. ‘Şiir kalabalıklar önünde okunabilir’ diyen yanıma artık yüksek sesle şöyle seslenebilirim: Bir metni(şiir de olsa) dinlemekten yana değilim, onun harflerini ve noktalama işaretlerini ille de gözlerimle görmek isterim.
Sabah ezanları okunmaya başladı. Yazacak ne kadar çok şey vardı oysa. Hürmet eder, ellerinizden öperim.
Bu arada; Hasan Ali Abi;
Bosna’da olduğu gibi Bağdat’ta Filistin’de de ‘Çocukları küçük kurşunla mı öldürüyorlar?’
Yine ‘kırık kalpli bir gölge’ halinde mi yaşıyorsunuz?
Size ‘aynalı’ desem bana kızar mısınız?
MURAT TOKAY
(kitapzamanı/sayı 22)
Ara 15, 2016 0
Kas 12, 2016 0
Kas 05, 2016 0
Eki 31, 2016 0
Ara 16, 2016 0
Ara 09, 2016 0
Ara 07, 2016 0
Kas 12, 2016 0