Ara 15, 2016 Murat Tokay Edebiyat, Kitap 0
Ali Çolak, Şair Dediğin’de yazarların türlü hallerine ayna tutuyor; edebiyat adamlarının hayatlarına dair bilinmeyen, az bilinen yönlerini tatlı tatlı anlatıyor.
Ali Çolak, Şair Dediğin’in sebeb-i telifine “Ah, neden öldünüz?” diye başlıyor. Bu sesi kitabın ilerleyen sayfalarında da hep duyuyoruz. “Ah, neden öldünüz! Oysa sizinle akşamları oturup söyleşebilirdik…” İnsanların şehirden şehre taşıdığı yanından ayıramadığı kitaplar, yazarlar vardır; hayatın farklı duraklarında kelimeleriyle, cümleleriyle elinizden tutmuş, size yoldaşlık etmiştir. Yakın akraba sınıfından bile sayılırlar. Bir şükran hissi beslersiniz.
Çok iyi bir denemeci olarak bildiğimiz Ali Çolak da bu kitabında bir teşekkür duygusuyla büyük edebiyat ailesinden yazarlarla, şairlerle söyleşiyor. Onların yazı adamlığının dışında hayatlarına dahil oluyor, aradaki perdeyi kaldırıyor. Çoğu bugün yaşamayan yol arkadaşlarının hayatlarına dair bilinmeyen/az bilinen yönlerini bize gösteriyor. Bunu yaparken şu duyguları paylaştığını da not düşüyor “Bütün bunlar, onların sizdeki imgesini zenginleştirecek, muhayyilenizdeki portreleri daha belirgin kılacak. Ve onları daha çok seveceksiniz” Bunu başarıyor da Ali Çolak. Kitap bittiğinde severek okuduğunuz yazarlar insani halleriyle daha bir sevimli görünüyor gözünüze.
Kitabın içine doğru yol almadan önce şu önerimi paylaşmadan geçmeyeyim. Ali Çolak sunuş yazısında buradaki metinlere ne demeli? sorusunu yöneltiyor ve cevabını şöyle veriyor. “Deneme, inceleme, portre, yaşantı? Ben deneme diyorum elbette fakat ille de başka bir ad vermek isteyen olursa “parçalı portre” diyebilir” Ben müsaadenizle -edebiyat literatüründe adı olmasa da- bu yazılara “Okuntu” demek istiyorum. Anadolu’da hala süren güzel bir gelenektir okuntu. Düğünlerde şeker yahut kart yerine davetiye olarak mendil dağıtılır. Bunun adı okuntu’dur ‘buyurun gelin, düğünümüz var’ demektir. Ali Çolak da kitapta yer alan metinlerde okuru sahici edebiyata çağırıyor. Bugün endüstri ürünü “çok satanlar”ın gölgesinde kalmış, kimi unutulmuş kitapları ve yazarları hatırlatıyor bize. Bunu Ali Çolak denemelerinden aşina olduğumuz samimi bir üslup ve lirik bir dille yapıyor.
Kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümden yazıların çoğu şairlere ayrılmış. “Şairin dostu olurmu?” “Şairle evli kadın, kader kurbanı mıdır?” “Şairin ikinci işi”, “Şairimiz tiryakidir”, “Şair ve babası” “Hayatın gülü solarken” ilk bölümde yer alan yazı başlıklarından bazıları. Ali Çolak’ın şiire olan yakınlığını gazete yazılarından ve kitaplarından biliyoruz. Yazılarında bir şairin adının ya da bir dizenin geçmediği çok nadirdir. Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Cahit Sıtkı, Salah Birsel, Behçet Necatigil, Sezai Karakoç, Hilmi Yavuz şiirleriyle sıkça karşımıza çıkar. Bu yazılarda ise sevgili şairlerimiz takıntıları, küslükleri, aşkları, evlilikleri, boğazına düşkünleri ile arzı endam ediyorlar. Ali Çolak şu uyarıyı da yapmadan edemiyor “Kimi saf kalpli okurlar, sanır ki şairler o ölümsüz şiirler kadar zarif ve narin, romancılar oluşturdukları kahramanlar kadar kusursuz âdemlerdir. … Bir şairin edebiyat adamının da kusurları, noksanları hatta birtakım arızaları olabileceğini aklına getirmez okur.”
Nilgün Marmara
Kitaptan öğreniyoruz ki Yahya Kemal’in, leziz yemeklerine düşkünlüğü az buz değildir, Abdülhak Şinasi Hisar’ın ‘insanı canından bezdirecek’ kertede temizlik takıntısı vardır. Cemal Süreya o meşhur “Sizin Hiç Babanız Öldü mü” diye başlayan şiirini babasının ölümünden dört yıl önce yazmıştır. “Güzel kadından şair olmaz” efsanesinin boşa çıkmasını huzur içinde yatsın, Nilgün Marmara’ya borçluyuzdur.
İkinci bölümde yer alan bazı yazıların başlıkları ise şöyle “Salah Bey’in uykusuzlukla imtihanı”, “Orhan Veli’nin evkaftaki memuriyeti” “Platonik aşklar koleksiyoncusu” “Sait Faik’in kargaları” Bu bölümde de okuduğumuzda şaşıracağımız birçok bilgiyi ulaşıyoruz. Örneğin greyfurd fidanını ilk defa Türkiye’ye getirenin Halikarnas Balıkçısı namıyla bilinen Cevat Şakir olduğunu biliyor muydunuz? Ya da Haşim’in yüzündeki ‘çirkinlik işareti’ olan Halep çıbanının aslında bir efsane olduğunu? Ömrü sürgünlerde geçen Refik Halid’in ölmeden ölüm haberlerinin çıktığını, arkasından edebi kudretine övgüler içeren yazılar yayınlandığını…
Son söz olarak diyebiliriz ki Ali Çolak yaklaşık 250 sayfalık kitapta yazarların türlü hallerini ayıplamadan, yargılamadan; tatlı tatlı anlatıyor. Okura da koltuğuna kurulup, çayını yudumlayarak okumak düşüyor.
Ara 07, 2016 0
Kas 12, 2016 0
Kas 05, 2016 0
Eki 31, 2016 0
Ara 16, 2016 0
Ara 09, 2016 0
Ara 07, 2016 0
Kas 04, 2016 0